7 Haziran 2012 Perşembe

TAZE BÖRÜLCE PİYAZI


Yaz geldi. Hava ısındı, su ılındı, günler uzadı, elbiseler inceldi, camlar açıldı. Yeni sebzeler, yeni meyveler, yeni istekler, planlar, hayaller ve yaşasın tüm iyi yenilikler! Yeni bir mevsim, yeni bir yaz, yeni yerler, yeni bir içecek. Evet, buz gibi yepyeni bir içecek. Yaşadığımız mevsimi ve hayatı kutlamak için reçellik güllerden yapılmış ferahlatıcı, az şekerli bir gül şerbeti mesela. Gülümsemek ve tazelenmek için. Yenilikler zamanı Yaz, tüm tazeliklerinle gel şimdi.

Sıcak çorbalar, tüm ağır kokulu sebzeler ve insanın içini ısıtan yemeklere biraz ara verme zamanı. Hafif yemekler ve zeytinyağlılarla geçirilen akşamlar, hatta bazen yalnızca meyve ve peynir ya da tatminkar bir salata ile rahatlama günleri. Güneş bu kadar yakınken hafiflemek istiyorum. Gölgede saklanmak ve akşam yemeği sonrası yürümek istiyorum. Ve bisikletler, tekerlekleri, pedalları, rüzgar, sabah ve akşamları agaçların çiçeklerinin salgıladığı mis kokular ve "boşluklar", ve özgürlük, yüksek sesle sevdiğim müziği dinlemek ve evrenin büyüklüğü. Ve karanlığı ve Güneş ve kum ve diğer yıldızlar ve sessizlikleri. Deniz yıldızları, meyve veren ağaçlar, bir 'kendini bırakma', 'salma', aydınlıkla beraber içinizden yükselen bir çığlık, içten bir gülümseme, bağrışan ve ağlaşan, hatta inleyen tüm bebelere karşı derin bir tolerans, bir kabullenme, boşverme ve hafifleme. Evet hafifleme. Kabuk değiştirme, soyulma, geride bırakma ve rahatlama. Evet, rahatlama. Var gücüyle delicesine sessizliği ya da kakafoniyi yırtan bir üflemeli çalgıcının somut varlığı. Çıplak ayaklar ve mayolar. Tüm bunlarla beraber,

Gülümseyin, hayattasınız.


Yıllar önce minik ama gerçekten minicik bir öğrenci olarak gittiğimde, İzmir benim için küçüktü. Yapmam gerekenlerden arta kalan vakitlerde sokaklarını gezdim. Karşıyaka'da postahanenin bir arka sokağında küçük bir lokantaya rastlamıştım. Meşhur Şemsi Efendi. Eşiyle beraber çalışan yaşlı adam orada pişen tüm yemeklerin saat 14.00'e kadar bittiğini söylemişti. 14.35'ti saat. Bir sürü irili ufaklı toprak güveç, birkaç ahşap kepçe ve kaşıkla bir ocak ve ızgara ile 5-6 tane de masası vardı. Yemekleri kaçırdığıma üzülmüştüm. Ama bu günlük yemeklerin dışında da bir şeyler vardı. Izgara uykuluk ve taze börülce salatası. Tabi ki kabul ettim, bu benim için bir parça avuntu, biraz da mutluluk demekti. Yıllar boyunca unutamayacağım bir tabağın önüme geleceğinden habersizdim henüz. Taze börülce salatasından bahsediyorum. Tüm düş kırıklıkları, kursağımda kalan hevesler ve günlerin getirdiği diğer şeylere karşın bu basit salatayı hiç unutamayacağımı nereden bilebilirdim? Haşlanmış ama henüz dolaba hiç girmemiş körpe börülceler, o anda benim için doğranmış tadı olan domatesler, incecik doğranmış elma gibi tatlı ve lezzetli kütür kütür bir beyaz soğan ile hakkınca boca edilmiş iyi bir zeytinyağı. Azıcık tuz ve üzüm sirkesi. Hepsi buydu.


Yıllar geçtikçe bunun üzerine türlü mekanlarda türlü şeyler yedim. Türlü şeyler yaptım ve gördüm. Görgüm, bilgim artı, hatta Dünya değişti. O salatayı unutamadım. Başka bir yerde içimde benzer hisler uyandıran tabaklara çok çok az rastladım. Gökyüzünün ötesinde uzakta bir ütopya olarak gördüğümden kendim de yapmaya yeltenmemiştim hiç. O tabak, anımsayıp sevindiğim özel bir anın öznesiydi. Ne var ki o salatayı hazırlamakta diyeceksiniz belki. 'Ben onun alasını yaparım' diyeceksiniz. Hatta belki daha güzel ve özel olduğunu düşündüğünüz başka bildiklerini sıralayacak bazılarınız belki de biliyorum. Siz de kendinizce haklısınız. Ama değil. Öyle bir şey değil. Basit olsa da bazen uzun bir yolculuğun ardından geliyor güzel şeyler. Körpe taze börülceler, ince kabuklu lezzetli domates, sulu tatlı bir beyaz soğan, meyvemsi bir zeytinyağı, sirke ve deniz tuzunun sakince ve zorlanmadan bulustuğu sessiz bir randevuydu bu. Hani 'orada' olduğunuz için şanslı hissedersiniz kendinizi. Neden? Bilmeden. Yaşarsınız, tadına varırsınız pervasızca, güzel bir anın. Suskunca. Ve bundan daha iyisi ise, bir sevdiğinizle paylaşmaktır bu anı. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru birkaç şeyin bir araya gelmesiyle, -klik!- bir şeyler uyanır içinizde. Öyle bir şey.


Yıllar süren bir yolculuğun ardından tekrar buluştum ben bu salatayla. Yanımda İtimat'ın 'suda mozzarella'sı da vardı. Şanslıysanız tazeyken yakalayabilirsiniz, gerçek ömrü 4 gün olan bu peyniri. Fabrikadan halka satış yapan İtimat dükkanlarında. Zaman zaman dalgalanmalar yaşasalar da yine de sanırım bu topraklarda üretilen en iyi suda mozzarella. Her neyse, bir çoşkuyla kucakladık birbirimizi. Sessizce muhakemesini yaparken geçen yılların, bir başka yaz mevsiminde bir araya gelmenin keyfini çıkardık. Mutluydum. Pek şanslıymışım.


Biraz daha beklesem 'içlenirdi' börülceler. Hani şu Fransız fasulyesi adı altında marketlerde kilosu 15 tl'ye, pazarda ise taze börülce adı altında kilosu sabah 6, akşam 3 tl'ye satılan fasulyeler. Kolomb'un Amerika kıtasına yaptığı ikinci seyahatte yanında getirdiği, Akdeniz'in bağrına bastığı fasulyeler. Belki tatlı beyaz soğanların miniklerini bulamazdım, ki 'piyaz' demek 'sogan' demek Farsça'da. Soğansız piyaz olur mu hiç? Kim bilir? İşte bir sebepten ya hiç gerçekleşmeseydi bu buluşma?