29 Eylül 2011 Perşembe

SEBZELİ TABBOULEH


Eğer sebzeler kafiyeler olsaydı, bu tabak bir şiir olurdu. Kem küm... Ehem ehem. İnsan kendi yaptığı şeyler üzerine hiç böyle konuşur mu? İnsan yapar, başkaları konuşur. Ama söz konusu basit bir 'tabbouleh' yapmak ise ortada övünülecek pek de bir şey olmadığına göre sebzeler üzerine methiyeler düzmekte bir sakınca görmüyorum. Peki ama sebzelerden de şiir olur mu?


Bana kalırsa basit şeylerdir hayatta insanın ruhuna dokunan. Birkaç güzel şey üst üste gelir ansızın, sebepsiz. Tatlı bir esinti, Eylül ayının ılık güneşi, sakin bir durgunluk, iyi bir müzik, etrafınızda hoş insanlar ya da dopdolu bir sessizlik, bembeyaz keten kumaştan temiz bir masa örtüsü ve önünüzde kıvamında pişmiş birkaç sebzeyle hazırlanmış ılık bir salata. Çatalınızı ağzınıza götürüp getirirken birden bir kapı açılıverir. Şanslı hissedersiniz kendinizi. Beş duyunuzun önünde öyle güzel dizilmiştir ki tüm bu olgular, ruhunuza dokunur. "Oh be! Dünya varmış" dersiniz. Gerçekten şanslısınızdır. Bu anı kutlayın. Kahkahalar atın, sevdiklerinize sarılın, iliklerinizde hissedin bunu. Eşsizdir o kare. Şiirseldir. Bilirsiniz, tüm gülümsemeler samimidir o an. O basit şeylerin nasıl böyle mükemmel durduğuna şaşarsınız. Kutsanmış hissedersiniz. Tadını çıkarın. 

'Tabbouleh' salatasının temel malzemelerinden biri olan bulgur, Farsça Burgul kelimesinden Türkçe'ye geçmiş. Yarı haşlanmış buğdayların öğütülüp tekrar güneşte kurutulmasıyla elde ediliyor. Aslında genellikle durum buğdayından elde edilmesine ve pişme süresine bakılırsa bir nevi makarnanın ilkel hali denilebilir. Binlerce yıldır Doğu Akdeniz halkları tarafından kullanılıyor. Babiller, Hititlerden Mısır ve Romalılara kadar bulgur kullanıldığına dair kayıtlar var. Günümüzde en çok kullanıldığı alan yine Akdeniz'in doğusu.


'Az baharatlı' anlamındaki Arapça sözcükten türemiş 'tabbouleh', bulgurun doğduğu Levant topraklara özgü ferahlatıcı bir salata. Türkiye'de biz onu olması gerektiğinden daha bulgurlu yapıp adına da her nedense Kısır diyoruz. Kıbrıslılar ise 'Tambouli' diyor. Orijini Lübnan kabul edilen bu salata ana vatanında aslında daha bol yeşillikle ve az bulgurla yapılıyor.


Ev hanımlarının kısırı 80'ler ve 90'lardaki kadar çok yapmadığının farkındayım. Salça, bol bulgur ve az yeşillikle hazırlanıp bol dedikodu ile ağırlaşan o eski kısırları anımsamaya da hiç niyetim yok açıkçası. Ancak limon suyu yerine iyi bir nar ekşisiyle hazırlanmış, bol yeşilliği sayesinde harbi bir salata gibi duran ve tarifteki gibi fırınlanmış sebzelerle hazırlanıp doyurucu bir salataya dönüşen bir tabak, benim için daha farklı bir anlam taşıyor. 


Güneşin yavaştan kendini geri çektiği ve sonbahar rüzgarlarının kendini hissettirdiği bu ayda ılık bir sebzeli 'tabbouleh'nin doyurucu bir tabak olarak tatminkar bir alternatif olduğunu düşünüyorum. Kimbilir belki de doğru bir zamanlamayla bir kapıyı aralarsınız. Birkaç güzellik çakışır ve kendinizi iyi hissedersiniz. Hayatta basit şeylerin ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anımsarsınız. İyi hissedersiniz kendinizi belki de.


9 Eylül 2011 Cuma

ŞEFTALİ


Ülkede politik bir dengesizlik ve karmaşa hakimdir. Bir balıkçının kayığıyla yanlışlıkla girdiği bir nehir söz konusudur. Nehir bir ormanın içine uzanır. Orman filizlenmiş şeftali ağaçlarıyla doludur. Yerler ise dökülmüş şeftali ağacı çiçekleriyle. Nehrin sonuna vardığında adam bir pınar bulur. Çok geçmeden arkasındaki mağarayı fark eder. Dar bir geçitten geçer. Karanlıkta ilerler. Merakına karşı koyamaz. Sonunda her yaştan insanın ve hayvanların olduğu bir köye ulaşır. Köyün sakinleri onu görünce şaşırırlar ancak dostça davranırlar. Memleketin huzursuzluk içinde bir çalkantıya girdiği dönemlerde buraya geldiklerini ve dışarıdaki dünya ile ilişkilerini kestiklerini anlatırlar. Neler olup bittiği ile ilgili hiçbir fikirlerinin olmadıklarını söylerler.

Balıkçı bu mis gibi cennet bahçesinde bir hafta kalır. Burada çok güzel ağırlanmıştır. Köyün sakinleri balıkçıdan tek bir ricada bulunur. Buradan kimseye bahsetmemesini isterler. Ancak adam köyden çıktıktan sonra eve dönerken dönüş yolunu işaretler. Döndükten sonra da herkese buradan bahseder. Pek çok insan burayı görmek istese de nafiledir. Tekrar tekrar aramalarına rağmen kimse burayı bulamaz.


Tao Yuanming M.S. 4. yüzyılda kaleme aldığı "Şeftali Çiçeği Pınarı" adlı ütopik fablında böyle tasvir eder bu diyarı. Çin'de başka masallar ve hikayelere de konu olmuştur şeftali. Ana vatanı olan bu yerde hakkını verirler şeftalinin. Yapraklarından önce açan bol çiçekleri ile şeftali ağacı Çin'de uzun yaşam, bolluk ve saadetle özdeşleştirilir. 


İpek yoluyla Batı Asya ve Levant bölgesine milattan önceki dönemlerde taşınır. Akdeniz'in geri kalanına Büyük İskender'in Pers İmparatorluğu'nu fethetmesiyle taşınır. Bu yüzden ona 'Pers elması' anlamına gelen malum persicum derler. Akdeniz halklarında bu meyve için kullanılan isim "Pers"ten türemiştir. Bizim dilimize ise direkt Farsça'dan geçmiş; Şaft- Kaba, alü- erik anlamında kullanılan bir kelimeden. Erik, badem, kayısı gibi gül ailesinden geliyor.


Kırmızıdan sarıya çalan turuncumsu rengi, hülyalı kokusu  ve aromalı tadıyla ütopik bir dünyadan gelmiş gibidir. Dünya bir şeftali olsaydı kurtçuk olarak doğmayı kabul ederdim doğrusu. O ne mutlu bir hayat olurdu. Hatta düşündüm de dünyanın bir şeftali olmasına da gerek yok, ben bir şeftali kurtçuğu olsaydım da olurdu. 

Pişirilmeye de elverişli bir meyve. Hatta aroması daha da yoğunlaşıyor. Çeşitli tariflerde başka lezzetlerle buluşmaya yatkın. Adeta flörtözdür şeftali. Bu hali beni hayalden hayale sürüklüyor. Hani hayal diyorsam, yalın güzelliğini bozmadan onu nasıl bir tabakta tatlı kılığına sokarım türünden şeyler. Şeftalisiz bir yaz düşünemiyorum.  Birbirini kovalayan aylarda bir geçit törenindeymiş gibi meyveler tezgahtan geçerken ben en güzel şeftalileri beklerim. Temmuz'da ilk çıkanları pas geçerim. Ağustos'un ortalarına saklarım iştahımı. Güzelce kızarmış, olgunlaşmış, kokulu yarmaları beklerim. Hiç bir zaman da doyamam. Bir daha ki yazı beklemeye değer kılar hayatı şeftaliler.


Bir başka Çin hikayesine göre 6000 yıl bekler Sekiz Ölümsüz, Ölümsüzlük Şeftali'lerinden yemek için. İlk 3000 yılda çiçekleri ve yaprakları olur. İkincisinde ise meyveleri. Ölümsüzlere dahi hayat verir şeftali.


Nektarinin çoğunlukla bir tür erik-şeftali melezi olduğu düşünülür, değildir. Şeftali ağacından türemiştir. Baskın olmayan bir genin doğal mutasyonu sonucu oluşmuştur. Belki de kabuğundaki tüylerine dayanamayanlar için bir lütuf olarak belirmiştir yeryüzü evlatları için.